Bir fincan Earl Grey
5 Eylül 2012 Çarşamba
Merhaba
Bir dalga karşıladı beni, bir süredir
uğramadığım bu sahilde. Karşımdaki ada, önce biraz sitemkâr dursa da sonra
anladım o da özlemiş beni. Uğruna bir şarkı yazdığım, çok sevdiğim bir ada o,
kendisi de bunun farkında. Belki de beni değil, benim onu sevmemi, ona
hayranlık duymamı özlemiştir, kim bilir.
Bıraktım kendimi sulara. İçime doldu
denizin kokusu, tenimi sardı serinliği. Biraz yabancılaşmışım denizin altına.
Önceden her bir kayayı, her bir taşı, bitkiyi bilirdim pekiyi. Şimdi bazıları
yer değiştirmiş, bazıları kayıp. Yeni bitkiler gelmiş, büyümekte. Öğrenirim
dedim sizleri de, tanırım.
Kızgın mı ne bana dalgalar, pek bir
hırçınlaştılar. Bir o yana bir bu yana savuruyorlar beni. Bilhassa doğuya doğru
sürükleniyorum. Büyük bir çaba harcıyorum akıntıya karşı yüzmek için. Ve işte o
tanıdık özgürlük duygusu doğuyor içime. Denizdeyken hissettiğim o eşsiz duygu.
Bazen kaybolup gitmek istiyorum. Açıklara doğru yüzeyim, birkaç gün yüzeyim
bilmediğim sularda. Sonra o sular beni bilmediğim adalara götürsün, keşfedeyim.
Ama döneyim sonra, yeniden kaybolabilmek için.
Biraz yorgun, bırakıyorum denizi ardımda.
Kumsala uzanıyorum. Bir yaz boyunca çeşitli insan popoları altında ezilmiş
kumlarda şimdi bir durgunluk var. Farkındalar sanki eylülün geldiğinin.
İnsanların onları terk edeceği ve soğuk dalgalarla geçirilecek uzun günlerin
yaklaştığını hissediyor gibiler.
Hafif bir rüzgâr ürpertiyorsa da önce,
güneş kısa sürede ısıtıyor tenimi. Bakıyorum bu tanıdık kumsala. Farklı
şehirlerde geçen günlerin ardından hep döndüğüm bu kumsal, sanki hiç
yaşamamışım hissi yaratıyor bende o günleri. Üç, dört sene önce yine bu
kumsalda oturup karşımdaki adayı seyrederken bir şarkı yazmıştım. Orada bir
cümle vardı, “kum tanelerinde gizlidir hayatımın birçok anısı.” Onu
hatırlıyorum. Gerçekten öyle. Yıllardır her seferinde farklı bir ben vardı bu
kumlarda oturan. Geçmez gibi gözüken acılarla, sıkıntılarla oturdum bazen.
Bazen bilinmezliğin kaygısıyla. Bazen umutlarla ve yeni başlayacak hayatların
heyecanlarıyla. Muhtelif erkekleri düşündüm muhtelif zamanlarda. Kimi zaman
kaçış kimi zaman kendini dinleyiş yeriydi ve evet o yüzden doğru demişim, kum
tanelerinde gizli birçok yaşanmışlığım.
Bir yanım bırakıp gitmek istemiyor bu
kayıtsız huzuru. Nadirdir böyle huzurlu, mutlu hissettiği insanın kendisini.
Bir yanım beni bekleyen-beklediğini hayal ettiğim- heyecanlara göçmek istiyor.
Ve evde, buzdolabında bir çikolata var, Ege
Sahillerine yabancı. Brüksel’de çikolata dükkânlarında gezerken fark ettiğim
bir çikolata. Sonradan dikkat ettim de başka bir yerde göremedim aynısından,
sadece tek bir yerde vardı. Yeşil bir ambalajda sunulmuş. Dikkatimi çekme
nedeni ambalajının rengi değil, üzerindeki yazıydı. Aldım çikolatayı sıcak bir
duygu eşliğinde. Herhalde İstanbul’a kadar dayanmaz, erir yolculuklardan
birinde. İstanbul’a gitmesi amacıyla alındı, çünkü onun anlamını bilecek bir
tek kişi daha varsa o da o şehirde. Yiyemese de görsün istedim. Yeni doğan bu bloğa
da merhaba demek ayrıca. Hoş bir tesadüfüyle hayatın, yabancı bir şehirdeki dükkânda
karşıma çıkardığı.
31 Ağustos 2012 Cuma
Seni bazen o kadar özlüyorum ki. Her gece gibi yalnızlığın gerçek sonuna koyuyorum başımı. Çok uzun süre geçti. Çok kanamış bir yara sadece güçsüz zamanlarımda yeniden kanıyor. Yalan söyleyemem sana. Bazen hiç gelmiyorsun bile aklıma. Eskisi gibi, ilk zamanki gibi çığlık çığlığa kimse bağırmıyor. Ama bazen işte, uykuya daldığımda. İçine sokmasına kızdığım aklım kopup gidiyor damarlarından, uykusuz kalmak uğruna bir gezintiye çıkıyor ruh, en özgür olduğu zaman. Şimdi aramızda ülkeler var ve sınırları, uçak rotalarının görünmez çizgilerini taşıyan ağır okyanus suları, üzerinde kuşların uçmadığı bucaksız denizler, hepsi eskiden yaptığımız gibi tartışılmamış şeyler saklıyorlar. Keşke bir okyanusun ortasında olsaydı her şey. Şimdi ortamızda, mutfakta yere oturup elimizde beş küp şekerli çaylarımızla kafamızda kurduğumuz dünya var. Kuru topraklar ve anlaşılmayı bekleyen milyarlarca düşünen canlı. Keşke gerçekten düşünenlerin ortasında kalmış olsaydık hep. Tek avuntum da aramızdaki mesafe kadar zavallı. Bazen aklına geldiğimi düşünüyorum, benim için üzüldüğünü, senin de uzandığını düşünüyorum çoktan her şeyi kaldırdığımız raflara. Başka bir mutfağın parkelerine basıyor ayaklarım. Yüksek tavanlarda ne rüzgar var, ne de uçan kuşlar. Ortasında düşüp ölüyorlar. Hayalini kurarken heyecanlandığımız dilimlerine sahibiz hayatın şimdi, şimdi iki ayrı dilimiyiz hayatlarımızın. Hiç kir pas tutmadan boşluklar devam etmek geliyor içimden hepsine, ama çok uzağız şimdi. Ağzımızdan artık kelimesi çıkıyor, o kadar büyüdük, uzağız içimizdekilerden. İçi boş tüm kelimelerin anlaşılması zor kitaplar yazdırdığı bir dilin kucağındayım. Aklıma sen gelince, parklara bakıyorum, çatısında bahçeleri olan binalara, ışıkların vurduğu camlarına. Sokaklarda yürüyorum. Marketlere girip, hiç bir tanesini almayacağım şeyler dolduruyorum sepetime, kameraların bağlı olduğu ekranda kendime bakıyorum dikilip, sonra hepsini kasaya en yakın iki rafın ortasında terk edip çıkıyorum. Aynı anda durduruyorum kalplerimizi, eskiden yaptığımız şeyleri yaparak. Saate bakıyorum, kolumun en soğuk kıvrımına, zaman durmamış. Yaptıklarımın hiç bir anlamı yok gibi. Bir başka şehirde o kadar yalnızım ki bazen, onu, iki yanında da sonu görünmeyen bir tünele benzetiyorum, beyaz floresanların apaydınlık yaptığı, upuzun tertemiz asfaltın hacmi, bilmiyorum ki ne tarafa koşsam, bir daha girmeyecek şekilde çıkarım buradan. Tek yapabildiğim betimlemek onu. İnsanın en özel acıları sadece betimleyebildiği anlar. Hiçbir şeye benzemeyecek kadar yakan şeyleri, gördüğümüz şeylere benzetiriz. Sen de biliyorsun, kutsalsa görünmesine ihtiyacı yok. Kutsal acılar. Başka bir mutfağın tabanına değiyor vücudumun sonu. Beşinci küpü atıyorum köşesinden beyaz kupanın. Kalplerimizi durduruyorum. Kolumdaki saat de yok.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)